Tarım toplumuna geçilen tarih öncesi çağlardan beri insanlık, toprağın bereketini korumak ve verimini artırmak için büyük bir mücadele veriyor. İnkalar’dan Frigler’e, Sümerler’den Yunan uygarlıklarına kadar pek çok medeniyet, topraklarını işlerken bereket için Toprak Ana’dan yardım istiyordu. Bugün ise akıllı ve bağlanabilen tarım teknolojisi ve sürdürülebilir tarım metotları insanlara yardımcı oluyor.
İnsanın beslenmesini sağlayan en önemli güçlerden biri olan toprak, tarih öncesi medeniyetlerden beri yaşamın kaynağı olarak görülüyor. Tarım toplumunun gelişmesiyle birlikte farklı mitoloji ve inançlarda yaşam kaynağı olarak görülen toprak, aynı zamanda doğurganlığı sebebiyle dişi karakterle, yani “anne” veya “ana” karakteriyle de sembolize edilmişti. Bu dişi karakterler, çeşitli medeniyetlerde farklı isimlerle anılmıştı.
Örneğin Kuzey Şili, Peru, Bolivya ve Ekvator’daki, İnka uygarlığı da dahil olmak üzere, tarih öncesi toplumlar arasında “Pachamama”, yani Toprak Ana figürü çok yaygındı. Bu toplumlar, topraklarını işlerken Toprak Ana’dan yardım ister, bereketli bir hasat için ona dua ederlerdi.
Toprak ve kadının özdeşleştirilmesinin başka bir nedeni de insanların yerleşik hayata ve tarım toplumuna geçtiği çağda, toprağı ıslah etme ve topraktan ürün alma gibi en temel işlerin kadının görevi sayılmasıydı.
Böylece Antik Çağ toplumlarında da Ana Tanrıça figürleri, toprak ile ilişkilendirilirdi. Bir kadının hamileliği, yeryüzünün bahardan önceki gebeliği gibi kutsal kabul edilirdi. Dolayısıyla Toprak Ana’nın yeryüzündeki temsilcisi olan kadın ile tarım arasında güçlü bir bağ kurulurdu.
Antik Yunan, Anadolu, Mezopotamya ve Mısır medeniyetlerinde dişi bir karakter olan Bereket Tanrıçası, Demeter, Afrodit, Kybele, İanna ve İsis isimleriyle anıldılar.
Toprak Ana tasvirlerinin kaynağı Anadolu’ya uzanıyor
Ana Tanrıça’nın ilk tasvirlerine, Anadolu’nun merkezinde yer alan Frigya uygarlığı kalıntılarında rastlandı. Bu dönemde inançlar, tarım çerçevesinde geliştiği için bu uygarlıkta en değer verilen tanrı, bereket ve bolluk tanrıçası olarak bilinen Kybele’ydi. Doğayla özdeşleştirilen Kybele, doğurganlığına dikkat çekmek için oldukça kilolu tasvir edilirdi. Bu tasvirlerde Kybele’nin ayaklarının dibinde yeni doğmuş bir bebek başı da yer alır. Bununla, Kybele’nin kadınsı özelliklerine vurgu yapılırdı.
Sümer mitolojisinin en önemli figürlerinden biri olan İnanna da bereketle ilişkilendiriliyordu. Mitolojinin temel metinlerde, İnanna vasıtasıyla Sümerlerin tarım, bahçecilik ve sebzeciliği hakkında verilen bilgilere erişildi. Örneğin tavuk yemi, pırasa ve hurma bu öykülerde adı geçen tarım ürünleridir.
Demeter ise Yunan mitolojisinde tarlalar tanrıçasıydı. Antik Yunan’da, Demeter mitolojisi ile mevsimlerin oluşumu ve toprağın bereketi açıklanmaya çalışılıyordu. Demeter, kızı Persephone yer altına çekildiğinde hüzne ve yeise kapılıyor, böyece kış mevsimi oluşuyordu. Kızı Persephone tekrar yeryüzüne çıktığında ise Demeter neşeleniyor ve böylece bahar mevsimi geliyordu.
Her ne kadar Yunan mitolojisinde Afrodit, daha çok güzellik ve aşk tanrıçası olarak bilinse de onun doğuş öyküsü, bitki dünyasıyla olan ilgisini ortaya koyuyor. Hikâyeye göre denizde bir midye kabuğu içinde doğan ve bu kabuk içerisinde Kıbrıs kıyılarına sürüklenen Afrodit’in, adaya ayak bastığı andan itibaren, geçtiği yerlerde çimler çıkar ve çiçekler açar. Afrodit’in doğumu, baharın gelişini simgelemektedir ve bitki dünyasının oluşumu bu nedenle ona bağlanmıştır.
Mısır mitolojisinde ise bereketle ilişkili tanrıça İsis’tir. İsis’in ikonografik görünümü, inek boynuzlu insan bedenidir. İsis, bereketin yanı sıra tahıl ruhuyla da sembolize edilir. O dönemlerde kadınlarının şifacı olarak bitkileri tanıması da İsis’in mitolojik öykülerinde belirgindir.
Milattan Önce (M.Ö) 10.000’lerde tarımın daha da gelişmesiyle, besin bulma ve üretmede doğanın cömertliğinin yanında, insanın emeği de etkili olmaya başlamıştı. Bu süreçte, erkek bir tanrı, Ana Tanrıça’nın yanında tarımı, bitki dünyasını, bereketi temsilen yer almaya başladı.
İklim değişikliği Toprak Ana’yı tehdit ediyor
O zamanlardan günümüze gelen süreçte, özellikle sanayileşmeyle birlikte Toprak Ana miti de unutulmaya yüz tuttu. Doğadaki kaynakların bilinçsizce, hızla tüketilmesi ve iklim değişikliği bugün Toprak Ana’nın bereketini de tehdit ediyor. İklim değişikliğinin sebep olduğu riskler öyle bir boyuta vardı ki tahribatı en aza indirmek veya tersine çevirmek için pek çok önlem alınmaya çalışılıyor. Pek çok kesim bu konuda önerilerde bulunuyor.
Bu önerilerin bir kısmı, 22 Nisan 2010’da Bolivya’da toplanan Dünya Halkları İklim Değişikliği ve Toprak Ananın Hakları Konferansı’nda kaleme alınan Toprak Ana Hakları Evrensel Bildirgesi’nde sıralandı. Bolivya hükümeti tarafından Birleşmiş Milletler’e sunulan ve 122 ülkeden 125 bin kişi tarafından imzalanan bildirge, “Biz, dünya halkları ve ulusları: Hepimiz, ortak bir kadere sahip birbiriyle ilişkili ve birbirine bağımlı varlıklardan oluşan, parçalanamaz ve canlı bir topluluğun, Toprak Ana’nın parçası olduğumuzu biliyoruz; Toprak Ana’nın yaşamın, gıdanın ve öğrenmenin kaynağı olduğunu ve iyi yaşamamız için ihtiyaç duyduğumuz her şeyi sağladığını minnetle kabul ediyoruz” ifadeleriyle başlıyor.
Bildirgede, ayrıca “İklim değişikliğine ve Toprak Ana üzerinde tehditlere neden olan yapıların ve sistemlerin dönüşümü için belirleyici, kolektif eylemlerde bulunmanın aciliyetinin bilincindeyiz” denilerek acil önlem çağrısında bulunuluyordu.
Toprak Ana’nın geleceği, sürdürülebilir tarıma bağlı
Peki, üreten, besleyen ve canlılara hayat veren Toprak Ana’nın, gelecek nesiller için de yaşamın kaynağı olması için bugün ne yapılıyor?
Olumsuz çevre koşullarını azaltmanın yanı sıra sürdürülebilir yöntemler ve kalıcı çözümlerin uygulanmasıyla üretim artışını sağlamak, 21. yüzyılda tarımda gerçekleştirilecek en büyük başarı olarak görülüyor.
Sürdürülebilir tarım, hızla artan dünya nüfusunun ihtiyacı olan yeterli ve kaliteli gıdanın uygun maliyetlerde üretimini, çevrenin ve doğal tarım kaynaklarının korunmasını geliştirecek sistem ve uygulamaları içeriyor. Bu uygulamalar arasında ucuz ve gelişmiş sensörler, mikroişlemciler, yüksek band genişliğine sahip hücresel iletişim platformları, bulut bazlı bilgi ve bilişim teknolojileri, çiftlik yönetim yazılımları gibi temel dijital tarım teknolojileri bulunuyor.
Teknolojinin tarımla entegre olduğu ‘’Connected Agriculture’’ sayesinde, tarımsal verimlilik artırılabiliyor. Örneğin bir arazide ne zaman, hangi iklim şartları oluştuğunda, ne ölçüde gübre kullanılması gerektiği bu teknolojiyle belirlenebiliyor.
Ayrıca, üretimi artıran bu teknoloji sayesinde mikro sulama yöntemleri tarıma kazandırılıyor. Sensörler 7 gün 24 saat boyunca hava sıcaklığını, nemini, basıncı, rüzgar hızını ve yönünü, yağmurun şiddetini; ayrıca toprağın nemini, PH değerini, tuzluluğunu sürekli ölçüyor. Çiftçiler bu değerleri cep telefonu, tablet veya bilgisayar üzerinden takip edebiliyor. Hava veya toprağın nem değerlerine göre damlama yöntemiyle sulama yapılıyor veya durduruluyor.
Çiftçiler, sulamayı sensörlere bağlı cep telefonundan veya bilgisayardan programlayabiliyorlar. Çiftçi, o sırada tarlada olmasa bile, örneğin evinde otururken sisteme bağlı olan cep telefonundan “Akşam saat 22.00 ve sabah 06.00 saatleri arasında toprağın nemi %20’nin altına indiğinde sulamayı başlat, %20’ye ulaştığında sulamayı kapat” komutunu verebiliyor. Böylece tarla ihtiyaç duyulan zamanda ve miktarda sulanmış oluyor.
Bu sistemler kullanıldığında su boşa harcanmıyor ve su kaynaklarının verimli kullanılması mümkün oluyor. Dünyada su kaynaklarının hızla azaldığı bir dönemde bu teknolojinin “devrim” olarak nitelenmesi, içi boş bir sav değil. Üstelik, toprağın dilinden anlayan bu sistemler sayesinde Toprak Ana’nın dengesi korunuyor ve bereketi artıyor.
Sürdürülebilir tarım uygulamaları kullanılarak bugün artık çorak araziler bile eşsiz birer meyve bahçesine dönüşebiliyor. Böylece Toprak Ana bizlere yine bereketini ve cömertliğini sunuyor ve tüm canlılara hayat veriyor.