Tarım ve iklim değişiklikleri birbirine kökten bağlı iki kavram. Bugün tarımsal üretimdeki verileri küresel ısınmanın etkilerini göz ardı ederek değerlendirmek ve küresel ısınmanın sebeplerini tarım kaynaklı sera gazı emisyonlarını hiçe sayarak incelemek doğru olmayacaktır. Bu iki kavram karşılıklı olarak birbirini etkiler.
Temel ihtiyaçlarımızdan biri olan beslenme gereksinimimizi çoğumuz kendi üretimlerimizden karşılamıyoruz. Örneğin; Türkiye’de bir sofrada Norveç’te yakalanan bir somon akşam yemeği olarak servis ediliyor ya da Londra’da bir restoranda Hindistan’dan ithal edilen pirinçle hazırlanmış bir yemek satılabiliyorsa bunların hepsi küresel bir üretim ve dağıtım sistemine bağlı. Bu ürünler dünyanın bir noktasında üretilip başka bir yerde depolanır, işlenir, paketlenir ve bambaşka bir noktasına gönderilirken atmosfere de sera gazı salınımı yaptıklarını biliyoruz.
2012 yılında AB genelinde oluşturulan istatistiklere göre sera gazı emisyonlarında tarımın payı yüzde 10 olarak belirlendi. Türkiye’de de durum farksız. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2018’de yayınlanan son verilere göre Türkiye’nin 2016 yılı toplam sera gazı emisyon miktarı 1990 yılına göre yüzde 135,4 arttı ve toplam 496,1 Mt CO2 eşdeğerine ulaştı.
Tarımsal üretime olan ihtiyacımız azalmayacağından yakın gelecekte sera gazı emisyonu konusunda radikal bir azalma görülmesi zor görünüyor. Bununla birlikte gübrelemedeki değişiklikler, et ve süt ürünleri üretimindeki verimliliğin artması, yenilikçi teknikler bu azalmayı sağlamak konusunda yardımcı olacaktır.
Tarımsal üretimin iklim değişikliğini etkilediği aşikar. Bunun yanı sıra mahsullerin büyümek için toprağa, suya, güneş ışığına ve ısıya ihtiyacı var. Ancak yıllar içinde değişen iklim şartları, yükselen sıcaklıklar, mevsim dışında yağan yağmurlar ürünlerin büyüme, çiçeklenme ve hasat tarihlerini değiştiriyor. Bunun yanında su kaynaklarının giderek azalıyor olması da tarım sektörünü derinden etkiliyor ve iklim değişiklikleri ile tarım arasındaki bağları daha da kuvvetlendiriyor.
Yumurta-tavuk arasındaki malum ilişkiye benzer bu bağlantı bize öyle bir gerçek sunuyor ki sorunun nerede başladığına, hangisinin etkisinin daha çok olduğuna dair sorgulamalar etkisini kaybediyor. Bu etkileri azaltmak, global gıda ihtiyacını sağlıklı ve kaliteli bir şekilde karşılayabilmek üzere sürdürülebilir yöntemler üretmeye çalışanlar ise yeni bir kavramla karşımıza çıktı: Agroecology. Kavramın kendisi yeni olsa da uygulamalar bildiklerimizden farklı değil.
Kelime kökenine baktığımızda ‘tarımsal’ kelimesinin karşılığı olan ‘agro’ ve ekoloji anlamına gelen ‘ecology’ kelimelerinin bileşiminden oluşan Agroecology; sürdürülebilir tarımla ortak ideallere sahip bir bakış açısını temsil ediyor. Teknolojik yöntemlerin doğaya uygun hale getirilerek ekosisteme fayda sağlayacak üretim üzerine odaklanan sürdürülebilir tarım sistemine ek olarak sosyal ve çevresel önlemlerle çok daha geniş bir felsefe olarak karşımıza çıkıyor.
İki kavram da doğal kaynaklara zarar vermeden ekosisteme faydalı bir tarımsal üretimi temel alsa da sürdürülebilir tarımda odak noktası üretimin devamlılığına, agroecology’de ise ekosistemin korunmasına denk düşüyor. Bu sebeple agroecology kavramı altındaki uygulamalar aynı zamanda çölleşme ve deniz seviyelerinin yükselmesi gibi iklim değişikliklerini ele alırken, küçük çaplı ve yerel tarımsal üretimleri teşvik ediyor, tarım politikalarının geliştirilmesini hedefliyor ve sonuç olarak global gıda güvenliğini sağlayabilmek için doğal döngünün neye ihtiyaç duyduğunu bizlere hatırlatmaya çalışıyor.
Dünya çapında bunun için çalışan bilim insanları, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve kamu kuruluşları agroecology temelli sürdürülebilir ve besleyici gıda sistemleri oluşturmak için çiftçilerle birlikte çalışıyor. İklim değişikliğinin etkilerini hafifletici, diğer yandan da bu etkilere adaptasyon stratejisi olarak kabul edilen agroecology, bir çevre ve insan hakları görüşüne dayanıyor ve sağlıklı bir gıda sistemi için yapılan kampanyaları bir araya getiriyor.
Bugün birçok çiftçi için “agroecology” terimi romantik bir tınıya sahip olabilir. Zira topraktan gelirini sağlayan birçok kişi için üretimdeki verim, doğal koşullar, toprağın ihtiyacı gündelik sorunlar arasında. Yeni bir bilim dalı üzerine tartışmadığımız aşikar. Ancak özellikle 80’lerden bugüne bir disiplin olarak karşımıza çıkan bu terim, iklim koşullarının değişkenliği ile birlikte bugün pratiğe geçen yönelimler, ekonomik yatırımlar ve tarım eğitimleri ile birlikte bambaşka bir kapsama sahip.
Giderek artan nüfusla birlikte dünyada kaçacak yerimiz kalmadı. İklim değişikliğinin önüne geçecek bir silahımız ya da bundan korunacak bir kalkanımız da yok. Gıda ihtiyacımız ise hiç bitmeyecek. Bu yüzden ekosistemi koruyarak tarımdaki kaliteli ve sürdürülebilir üretim her daim en önemli konu başlıklarımızdan biri olacak.